Depresyonu nasıl yendim?

Uzun zamandır yoktum, birileri demiş öldü; şimdi de yazsınlar kral geri döndü 😉

 Şaka bir yana benim için oldukça hassas bir konu hakkında yazacağım. Beni tanıyanların çoğu bilir hayatımın çok uzun; yaklaşık 10 senelik bir dönemini kronik depresyon tedavisi görerek geçirdim. Oldukça fazla psikolog, psikiyatr, psikolojik danışman gördüm. Senelerce ataklar halinde göğüs ve ense ağrısı, mide problemleri, yorgunluk, yataktan çıkmak istememe, ağlama krizleri, anlık duygusal tepkilerle boğuştum durdum. Çok çaresiz hissettiğim zamanlar oldu. Bu hastalığı yenmeye olan inancımı çok kez kaybettim. Ama yılmadım. Hiç utanmadan, kendimi sıkmadan çevremdeki insanlara böyle bir rahatsızlıkla savaştığımı açıkça dile getirdim çünkü yardıma çok ihtiyacım vardı. Tabi ki bu durumu çevremde beni aşağılamak, zarar vermek için kullananlar da oldu çünkü saldırıya çok açık bir pozisyonda oluyorsunuz. Sağlıklı bir insan bununla baş edebilecek iken depresyon hastaları bu konuda çok zorlanabiliyor. Hoş onların da sağlık durumlarının çok yerinde olmadığını bu hastalığı yendikten sonra net bir biçimde anladım. Affettim.

SONUNDA BAŞARDIM!!! 

Bu sürecin ne kadar zorlu olduğunu en iyi bilenlerden biri olarak en önemli ve uygulamanızı istediğim şey, kilit nokta;

ASLA VAZGEÇMEYİN!!! 

Depresyonu nasıl yendiğimi anlatmadan önce, bu konuda profesyonel olmadığımı, sadece kendi hikayemi sizlere de ışık tutabilmek adına şeffaf bir biçimde paylaşmak istediğimi belirtmek istiyorum. 


Fark ettim;
 
İyileşme sürecim öncelikle stresin ve kederin hayatımızda nelere mal olabileceğini tam anlamıyla idrak ettikten sonra başladı. Beynimizin çalışma kapasitesini, doğurganlığımızı , organlarımızı nasıl etkilediğini öğrendikçe dehşete kapıldım.

 Daha önce beynin işleyişi ile ilgili olan yazımı okursanız, ona nasıl hakim olabileceğinize dair bazı ipuçları bulabilirsiniz. Bana ciddi ağrılara varacak kadar sorun yaşatan bu organ nasıl çalışıyor öğrenmek, insanları ve kendimi anlamam adına da yardımcı oldu. İşleyişi çözdükten sonra kendi kendime sürekli "iyisin", "mutlusun", "sağlıklısın" gibi kısa telkinler vermeye başladım. Çünkü ne düşünürsek, o düşüncenin beyinde salgılattığı hormonların duygusal etkilerini deneyimliyoruz.

Sosyalleştim;
 
 Sosyal hayatımda daha olumlu ve pozitif düşünen, daha başarılı bulduğum, takdir ettiğim, mentor ve rol model olarak alabileceğim insanlarla iletişim halinde kalmaya özen gösterdim. Kesinlikle aldığım en doğru kararlardan biriydi. Onlardan öğrendiğim ilgi çekici ne varsa dostlarımla paylaştım. Dostlarım da öğrendiklerini benimle paylaşmaya başladı ve adeta bir voltran oluşturduk :) Hatta benim sosyalleşme motivasyonumu sağlayan sistem bu oldu.
 
Yaşam tarzımdaki hataları bulup, değiştirdim;
 
  Japonların "ikigai" diye adlandırdıkları yaşam felsefesini kendi hayatımda uygulayabilmek adına hayat amacımı araştırdım ve buldum. Bunu yaparken kendimle alakalı sayfalarca soru cevapladım. Yazılar yazdım. İsteklerimi, değerlerimi, kim olduğumu anlamama yardımcı olan bir çalışmaydı. İnanın kendi iç çatışmalarınızı sonlandırabilecek bir çalışma ve bu çalışma yaklaşık iki hafta sürdü.
 
 Evsiz, trans birey, seks işçisi, iş insanı, bilim insanı ile röportaj yaptım. Onlara hayatlarının amacını sorduğumda aldığım cevaplar o kadar çarpıcıydı ki, senelerce depresyondan yakınmamın ve harekete geçmememin çok ciddi bir bencillik olduğunu fark etmemi sağladılar. Sarsıldım. Kendimi devamlı toplum için nasıl bir fayda sağlayabileceğimi düşünürken buldum.
 
 Geleceğimle ilgili plan yaptım;
 
 Amacım doğrultusunda hedeflerimi belirledim. Gelecekle alakalı umutsuzluğumu yenmeme inanılmaz yardımcı oldu! 15 senelik bir kariyer planı yaptım ve bu kariyer planı hayatımı adayabileceğim, ana amacıma hizmet eden bir plan olduğu için azim ve kararlılıkla sürdüreceğim. Zevkle ve şevkle yaşanacak yıllar var artık bekleyen! Mutlaka plan yapın yarına umutla bakarken, anı yaşamak daha keyifli...

 Egzersiz yapmaya başladım;
 
 Sabah rutinime egzersiz olarak yürüyüş ekledim. Tabi ilk zamanlar motivasyonum yoktu ama yürüyüşlerime bir köpek dostumu eklediğimde yataktan adeta koşarak çıkıyordum. Hayvanların depresyon ve anksiyete tedavilerinde iyileşme sağladığı bilimsel bir gerçek. Hali hazırda 3 yaşında olan kedimle yürüyüşe çıkamayacağım için ve köpeğim olmadığı için DogGo diye bir mobil aplikasyondan yardım aldım ve bu konuda bana inanılmaz destek oldu. Sayelerinde köpeklerle ilgili de çok şey öğrendim. Siz de isterseniz günlük 45 dakika minik dostlarımızla yürüyüş yapabilir ve terapötik anlar geçirebilir, üzerine bir miktar para da kazanabilirsiniz.
 
Tekrar kitap okumaya başladım;

 Kendimi yeterli görmediğim konular hakkında okuyup, araştırıp kendi belirlemiş olduğum tatmin seviyesine kadar öğrenmeye başladım ve ne kadar da yeterli olduğumu keşfettim. Düşünsenize bir insan tüm bildiklerini bir kitapta topluyor ve siz onu okuyorsunuz. O insanın bütün vizyonunu kendinize katıyorsunuz. Okuduktan sonra yaşadığım tatmini tarif edemiyorum.

Yiyeceklerden yardım aldım;

 Beynimi ve ruh halimi olumsuz etkileyebilecek yiyecekler; kafein, alkol, trans yağlar ve yüksek düzeyde kimyasal koruyucu veya hormon içeren gıdalardan olabildiğince uzak durdum. Öğünlerimi atlamadım. Şeker ve rafine karbonhidratları en aza indirdim. B vitaminlerimi artırıp, folik asit ve B-12 gibi takviyeler aldım. Omega-3, ruh halini dengelemede önemli bir rol oynuyor ve beynin motor yağı gibi bir şey. Bende ciddi fark yarattı.

 Düşüncelerimi sorguladım;
 
Ne zaman kendimle ilgili negatif bir düşünceye kapılsam düşüncemi hep yeniden sorgulayarak aslında bu düşüncenin bana değil depresyonuma ait olduğunu fark ettim.  
 
"Bu düşüncenin doğru olduğuna dair kanıt var mı?"
 
"Bu düşünceye sahip bir arkadaşıma ne söylerdim?"
 
"Duruma alternatif bir açıdan bakmanın bir yolu var mı?"

  Mesela geçirdiğimiz sıkıntılı karantina günlerinde ne zaman kendimi kötü hissedecek olsam; "Bu konuda kontrol sahibi ben miyim?" diye sorduğum an bütün telaşım akışa kapılıp gitti.

Negatif her şeyden uzak durdum;

 Güçsüz veya zayıf olduğunuzu düşünüyor musunuz? Durumun umutsuz mu?

 Bu tür düşünceler gerçekçi değil. Düşünceleri gerçekten incelediğinizde sizden koşarak uzaklaşırlar. Depresyonunuzu besleyen olumsuz düşüncelerin türünü belirleyin ve bunları daha dengeli bir düşünce biçimiyle değiştirin. 

 Drama filmleri, dizileri, entrikalar vs. modumu düşürecek ne varsa (insanlar da dahil) hepsinden uzak durdum. Modumda tek bir yön belirledim o da YUKARI :)

 Başkaları ile ilgili negatif düşüncelerden de uzak durdum. Ne zaman içimden biri hakkında negatif bir düşünce geçse hemen o insanın olumlu taraflarına odaklanmaya çalışıyorum. Bu bana spiritüel anlamda inanılmaz iyi geldi. 


  Lütfen ama lütfen hayata sıkı tutunun. Her zaman bana yazabilir, sorularınız varsa sorabilirsiniz. Yeter ki mücadeleye devam edin. Dünya'nın her birimize öyle ihtiyacı var ki, belki siz de bu hastalığı yendikten sonra başkalarının hayatlarına dokunmak istersiniz. Belki de hayat amacınız bu ve bu deneyime aynı sebepten sahip olduğunuzu fark edeceksiniz. Kim bilir :)

Hayatımın şu aşamasında yaşadığım ve tecrübe ettiğim her ne varsa beni tamamlayan deneyimler. Geriye dönüp baktığımda yaşadığım her şeye şükran duyuyorum.

 Siz de yapabilirsiniz! 

Yeter ki ASLA VAZGEÇMEYİN! 
 
 
 
 
 

 
 

 

 

Gün Ortasında Tazelenme Sanatı; Şekerleme!! (Power Nap)

Gün içinde yeninlenmenin ve enerjinizi artırıp daha üretken olmanın anahtarlarından biri "power nap" yani; şekerleme olduğunu biliyor musunuz? İster inanın, ister inanmayın bu alışkanlığı rutininize eklemenin bir çok faydası olduğu bilimsel olarak araştırılıp tutarlı bulundu. Hatta bu konuda Polonyalı bir kadın girişimci Vinci Power Nap Sleep Cafe adıyla bir şekerleme kafesi açtı.





Günümüzde zamanı daha aktif kullanmak ve üretkenliğimizi artırmak için daha az uyku uyumaya başlamamız neredeyse şart oldu. Gün içinde 8 saat uyku birçok kişi için yeterli ve sağlıklı sayılabilir fakat başarılı bulduğumuz çoğu insan bulundukları konuma az uyuyarak ulaşıyor bu da bir gerçek. Ben de uykuya çok düşkün bir insan olarak, bu sorunuma çözüm bulmak için çok araştırma yaptım. Artık gece uykuya , o uykuyu hak etmiş olarak dalmayı prensip ediniyorum. Sizi de yanımda sürüklemek istiyorum :) Öncelikle,

Kim bu şekerleyenler;

  1. Winston Churchill
  2. Albert Einstein
  3. Salvador Dali
  4. Thomas Edison
  5. John F. Kennedy
  6. Leonardo Da Vinci
  7. Napoleon Bonaparte 
ve kim bilir daha kimler kimler... Hele Salvador Dali öyle bir şekerleme yöntemi bulmuş ki DAHİYANE! Bir koltukta eline metal bir anahtarı, eli aşağı bakacak şekilde tutarak dalan Dali, anahtarı düşürdüğünde uykudan uyanıp, tazeleniyormuş :)



Şekerleme yapmanın ardında sanat ve bilim var. Öyle yatayım uyuyayım derseniz bir anda kendinizi derin uykudan olduğunuzdan daha yorgun, günü öldürmüş, gece uykunuzu hiç etmiş olarak uyanma ihtimaliniz çok yüksek. O yüzden hemen bakalım;


Doğru şekerleme nasıl olmalıdır?

  • Rutin bir uyku düzeninizin olduğunu varsayarsak, araştırmalara göre şekerleme yapmak için en doğru zamanlar öğle saat 13:00 ile 15:00 arasında. Erken saatlerde uyanıyorsanız (05:30-06:00) saat 13:00, geç saatlerde uyanıyor iseniz (08:00-09:00) 14:30 uygun olacaktır.

  • Kendinize sessiz, karanlık ve güvenli bir yer bulmanız gerekiyor. Karanlık bulamıyorsak bir uyku bandı işimizi görecektir. Sessiz bir ortam bulamıyorsak, rahatlatıcı hafif bir müzik ile kulaklıklardan yardım alabilirsiniz.

  • Eğer uykuya dalamıyorsanız, rahatlatıcı meditasyonlardan yardım alabilirsiniz. Ben uykuya dalmadan önce dilimi damağıma yapıştırıp, burnumdan nefes alıp vererek rahatlıyorum. Aklıma gelen düşünceleri her seferinde uzaklaştırıp nefesime yoğunlaşıyorum.

  • Başka bir yöntem, ki benim en sevdiğim şekerleme yönetimi budur; kafein şekerlemesi. EVET. Önce bir bardak kahve içiyoruz ardından 25 dk uykuya geçiyoruz. Bu ilk duyduğumuzda saçma gelebilir ama kahveyi içtikten 25 dakika sonra beynimiz uyku hissini sağlayan adenosin reseptörlerine, adenosin yerine kafein koyarak enerjimizi iki kat artırıyor. Yani hem şekerlemenin, hem de kafeinin enerjisiyle yepyeni bir güne başlıyormuş gibi uyanıyoruz. Size bunu açıklayan güzel bir GIF buldum!




Uyku evreleri ve şekerleme türleri;

Ben 25 dakikalık kafein destekli güç uykusu tercih ediyorum. Siz de ihtiyacınıza göre bir seçim yapabilirsiniz;

  • 5-10 dakika uykuya geçiş evresi. 

Bu uyku evresinde ilk 5 dakika yaptığımız şekerleme; gerçekleri ve sözlü bilgileri hatırlamanızı sağlar ve yavaşlayan belleği geliştirir. 5 dakika ne işime yarar demeyin şekerleyin :)

  • 10-20 dakika aralığı hafif uyku evresi.

  • 20-30 dakika aralığı derin uykuya geçiş evresi. 

Bu aralıkta tam 26. dakikada uyanırsanız "power nap" dediğimiz şekerleme türünü yapmış olacaksınız. Araştırmalara göre 30 dakikadan az uyursanız; enerjiniz ve konsantrasyonunuz artar, halsizliğiniz azalır. Ayrıca performansınız ve öğrenme yeteneğiniz de artar.

  • 30-60 dakika aralığı derin uyku evresi. 

Bu evrede uyanmamaya özen gösterin. Derin uykudayken uyanırsanız, uyumadan önceki halinizden daha ataletli uyanırsınız.

  • 60-90 dakika aralığı delta evresi.
Delta evresi bilişsel bellek işlemeye yardımcı olabilir. Yani; yeni bir şey öğrendikten sonra 60-90 dakika arasında bir şekerleme size öğrendiklerinizi daha iyi hafızanızda tutmaya yardımcı olabilir fakat bu şekerleme türünün bir dezavantajı vardır. Uyandıktan sonra bir garip hisedebilirsiniz. Daha yorgun hissetme ihtimaliniz yüksek çünkü bu evrede beyniniz ciddi bir çalışma halindedir.

  • 90 dakika ve sonrası REM uyksu evresi

Bu evrede 90. dakikadan sonra uyandığınızda tam bir uyku almış olacaksınız. Uyku isteğiniz tamamen yok olacağı gibi yaratıcılığınız artacak, prosedürel ve duygusal hafızanız güçlenecek. Vaktiniz varsa uyuyun tabi :)

Son olarak; ALARMINIZI KURMAYI UNUTMAYIN :)













Asla Mikrodalgaya Koymamanız Gereken 10 Şey


Mikrodalga, modern ve kuantum teknolojinin harikasıdır. Yiyecekler buz gibi soğukken saniyeler içinde sıcaktan yanmaya başlayabilir. Pişirme süresini kısaltır, hazırlık süresini hızlandırır ve her yerde aşçıların işini kolaylaştırır.

Ancak buzdolabınızdaki veya kilerinizdeki her şey güvenliğiniz açısından ele aldığımızda mikrodalgaya girmemelidir. Bazı yiyecekler, içecekler ve materyaller toksinleri serbest bırakabilir, yakabilir, eritebilir ve hatta bir dakikadan daha az bir süre içerisinde patlayabilir. Sağlığımız için sorun teşkil edebilir.

Bu yiyeceklerden birkaçı oldukça yaygındır. Belki bu sabah mikrodalgada bunlardan bir tanesini ısıtmış dahi olabilirsiniz. Ancak bu, kötü bir şeyin gerçekleşmediği anlamına gelmez. Bu yüzden bu yiyecekleri mikrodalgadan uzak tutarak kendinizi ve ailenizi koruyabilirsiniz.




Hadi mikrodalgadan uzak tutmamız gereken şeyleri madde madde ele alalım;

Acı Biberler;

Yeşil, kırmızı, turuncu renklerde olabilen, Türk mutfağında sıkça kullandığımız ve oldukça fanatiği olan acı biberler, içerisinde kapsaisin denilen bir barındırır. Hatta bibere acı tadını verenin de bu madde olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek sıcaklığa maruz kaldığında bu madde mikrodalganın içinde buharlaşarak, işlem sonunda kapağı açtığınız esnada dumanına aşırı maruz kalabilir, akciğerlerinizi, boğazınızı veya gözlerinizi tahriş edebilirsiniz. Özellikle aşırı acı biber çeşitlerinde çok dikkatli olmalısınız.




Acı biberleri ısıtmak veya pişirmek için, ızgara yapabilir veya tavada soteleyebilir, kızartabilirsiniz. Hatta üzerine yoğurt ve domates sos koyup bir borani çeşidi elde edebilirsiniz. Yoğurda sarımsak koymayı da unutmayalım <3

Haşlanmış Yumurta;

Halihazırda haşladığınız yumurtayı soğuk soğuk yemek istemediniz ve mikrodalgaya koyup 15 saniye kadar ısıttınız. Herşey o ilk ısırığı alana veya yumurtayı kesene kadar normal görünüyor olabilir taa ki üzerinize patlayana kadar :) Yumurtanın sarısı mikrodalgada ısınırken ortaya çıkan sıvı buhar yumurtanın beyazından dışarı çıkamaz ve ilk ısırığınızda haşlanmanıza veya kestiğinizde patlamaya sebep olabilir.

Haşlanmış yumurtayı ısıtmak isterseniz, dörde bölüp mikrodalgada ısıtmanız ya da zamanınız varsa, sıcak suyun içinde 3-5 dakika bekletmeniz daha doğru bir yöntem olacaktır.

Strafor Köpük;

Gıda güvenli köpükler bir plastik çeşididir ve mikrodalga ile birleşince yüksek ısıda ortama zehirli kimyasallar salabilirler. Eriyebilir veya bükülebilirler.

Köpük kaplar yerine yiyecekleri cam bir tabak veya kapta üzerine kağıt havlu kapatarak mikrodalgada ısıtabilirsiniz. 

Su;

Zamandan tasarruf etmek isteyip suyu mikrodalgada ısıtmak bazılarına zekice gelebilir fakat mikrodalga suyu aşırı ısıtır. Eğer su kabarcıkları görmüyorsanız bile bardağı hareket ettirdiğinizde, içine bir çay poşeti veya kaşık koyduğunuzda anında kaynamaya başlayıp taşmaya sebep olabilir. 

Bırakalım kettle işini yapsın :) En kötü ihtimalle ocakta kaynatırız. Yeter ki kendimizi yakmayalım.

Üzüm;

Sabah uyandınız sütünüzü, yulafınızı, bir avuç üzümünüzü mikrodalgaya ısıtmaya koydunuz. Çok yanlış yaptınız. Üzüm mikrodalgada yüksek ısılı bir plazmaya dönüşür. Mikrodalganın patlamasına bile sebebiyet verebilir. Aşağıdaki görüntü yeterli bir açıklama olacaktır.



Mikrodalganızın içinde bir şenlik ateşi oluşturmak istemeyeceğinizi farz edelim. Üzümlerinizi lütfen fırında veya kısık-orta ateşte bir tavada ısıtın.

Patates;

Endişelenmeyin, patateslerinizi mikrodalgada pişirebilirsiniz. Fakat sonradan tekrar ısıtmaya karar verirseniz, tehlikeli olmalarını önlemek için adımlar atmanız gerekir. Patatesler genellikle Botulizm bakterileri olan Clostridium Botulinum'u barındırır. Patates pişirildiğinde ve hemen buzdolabında saklanmadığında, bakterilerin sporları çoğalabilir. Patateslerin mikrodalgaya alınması malesef bakterileri öldürmez, bu nedenle ikinci gün patatesleriniz mide rahatsızlığına neden olabilir.


Yenilmeyecek, pişmiş patatesleri mümkün olan en kısa sürede buzdolabına alın. Ayrıca alüminyum folyo ile patates pişirmeyin. Araştırmaya göre, aluminyum nem tutar ve nemli ortam; bakteri sporlarının büyümesini hızlandırır. Daha çıtır bir kabuk ve mide rahatsızlığının önüne geçmek için patatesleri folyosuz pişirin ve hemen soğutun. Saatlerce oda sıcaklığında beklemelerine izin vermeyin. Isıtmanız gerekiyorsa da fırında ısıtın.

İşlenmiş Etler;


Pastırma, sosis, salam ve sucuk mikrodalgada değil ocakta veya fırında pişirilmelidir. Çünkü işlenmiş bu et ürünlerinin ısıtılması Kolesterol Oksidasyon Ürünleri'nin (KOÜ) oluşmasına yol açar. KOÜ koroner kalp hastalığı ile ilişkilendirilmiştir. Araştırmalar bunun iltihaplanma, arterlerde plak birikimi ve daha nice sağlık sorunu ile ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.

Bir çalışma, ızgara yapmanın da etlerdeki KOÜ miktarını arttırdığını, bu nedenle fırında pişirme veya sote etmenin en güvenli seçenekler olabileceğini buldu.

Domates Sos;

Domates soslarının mikrodalgada ısıtılması genellikle sıçramalarla biter. Isıtıldığında ortaya çıkan ısı ve buhar patlayacak kadar güçlü olana kadar mikrodalgada birikir. Bazı durumlarda, sosu karıştırdığınızda bile patlayabilir, bu da yanıklara ve kesinlikle lekeli kıyafetlere neden olabilir :)

Domates sosu ocakta, küçük bir tavada ısıtın. Böylelikle eşit ısıtır ve karıştırırsanız buhar birikmesini önler, sıçramaların da önüne geçmiş olursunuz.



Boş Çalıştırmak;

Asla boş bir mikrodalga fırını çalıştırmayın. Mikrodalgaları emecek bir yiyecek veya kap olmadan, kirişler magnetrona geri döndürülür. Bu, makineye zarar verebilir ve hatta yangına bile neden olabilir. Başlat düğmesine basmadan önce mikrodalgaya yiyecek koyup koymadığınızı bir kez daha kontrol edin.

Anne Sütü;

Mikrodalgada ısıtılan anne sütü bakteri önleyici ve besleyici özelliğini kaybeder. E-koli bakterisinin 18 kat daha fazla üremesine sebep olur.

Anne sütünü yalnızca biberona koyup, sıcak suda bekleterek ısıtmalısınız. 


Sizin mikrodalga ile deneyimleriniz veya sormak istediğiniz sorular varsa yorumlarda buluşalım.

Sağlıklı günler!!!!

Enerjimizi Aralıklı Oruç ile Yeniliyoruz!

Hayatta kalmak için ihtiyacımız olan şeyler nefes almak, su içmek, beslenmek, uyumaktan ibaret hepimiz biliyoruz. Peki yemek yeme alışkanlığımızın sağlığımızı yenilemek ve enerjimizi artırmak için kullanılabilecek bir araç olabileceğini biliyor musunuz? İşte bu noktada geçmişten günümüze islam ve diğer dinlerde de yer bulan bir ibadet ve yeme alışkanlığı olan oruçlar devreye giriyor.

Sağlıklı alışkanlıklar edinmek, kendiniz için en verimli yaşam tarzını oluşturmak açısından da büyük ölçüde yardımcı olacaktır. Peki şu an içerisinde bulunduğumuz Ramazan ayı ve sonrası, hazır motive olmuşken oruç tutmayı alışkanlık haline getirmeye ne dersiniz? Oruç tutmayanların da bu dönemde, ortamın müsaitliğini değerlendirip, aralıklı oruç alışkanlığı edinmelerini tavsiye ederim.

Vücudunuz, zihniniz ve ruhunuz için orucun neler yapabileceğini görmeye hazırsanız başlayalım...

Oruç ve Aralıklı Oruç Alışkanlığının Faydaları;

Kanada Tabipler Birliği tarafından yapılan bir araştırma orucun egzersize benzer bir etkiye sahip olduğunu ortaya çıkardı. Oruç vücudu hafif strese sokarak bağışıklığı artırıyor. Vücudumuzda bulunan ve kendini imha etmesi gereken en kolay tabirle bozulmuş diyebileceğim hücreler, şekerle besleniyor. Eğer şeker bulamazsa kendini imha ediyor. Ne dersiniz sizce de uzun vadede bir araya gelip tümör oluşturması muhtemel bu hücreler, aç bırakılınca kendini imha ediyorsa, kanser olma riskimizi de azalttığını söylebilir miyiz? :)

Vücudumuzu aç bıraktığımızda hücreler, biriken işlevsiz proteinleri sindirerek ötofaji denilen bir olay gerçekleştirir. Yani, hücresel yenilenmeyi destekliyor. Gençleştiriyor da diyebiliriz. Metabolizma hızını da artırdığı sonuçlar arasında.

Yine yapılan araştırmalarda hayvanların seyrek beslenme düzeninin ömürlerini uzattığı kanıtlanmış bir gerçek. Uzmanlara göre hem kalp sağlığına iyi geliyor hem de şeker hastalığı riskini azaltıyor.

Doğrudan sağlık yararlarının yanı sıra, beslenmeye karşı dikkatli bir yaklaşım geliştirmenize, aşırı yemek yemeyi kontrol etmenize ve vücudunuzun doğal açlık ipuçları konusunda bilinçlenmenize yardımcı oluyor ve yemek yeme deneyimizi daha amaçlı, daha zevkli ve duyusal hale getiriyor. Hani hep deriz ya oruç tuttuktan sonra yemek yemenin ne kadar önemli olduğunu anladım. Öyleyse manevi olarak da faydalı olduğunu söyleyebiliriz.

Oruç alışkanlığı, farkındalığınızı artırmanın ve vücudunuzun tam olarak neye ihtiyacı olduğunu öğrenmenin kesin bir yolu olarak görülüyor. Aynı zamanda oruç düşünme ve tefekkür için zihinsel alanı serbest bıraktığı için meditatif bir uygulama haline gelebiliyor. Biliyoruz ki meditatif bir uygulama olarak oruç tutmak yeni bir şey değil, aslında çok eski bir insan geleneğidir. Müslümanlıkta da olduğu gibi hemen hemen tüm dini yazılar oruç ile ilahi bir aydınlanma ve bağlantı kurmayı hedefler.

Araştırmalarıma göre konunun aslında kendimizi aç bırakmakla bir ilgisi yok. Hatta kilo vermeye yardımcı olmasına rağmen bu bir diyet değil. Kilo vermek kısmen, oruç tuttuğunuzda kan akışının beyne yönlendirildiği için ya da vücuda ve zihne biyolojik sindirim işinden bir mola verdirdiğinizden kaynaklanıyor olabilir. Düzenli olarak daha yaratıcı, dinamik ve odaklanmış hissetiğini söyleyen insanlar olduğu da belirtiliyor.

Aralıklı oruç yolculuğu size sadece yemeklerinizi nasıl yavaşlatacağınızı ve gerçekten tadını çıkaracağınızı öğretmiyor. Oruç döngüleri sırasında,  hayatınıza bu disiplini yansıtmak ve iç görü sahibi olmak için daha fazla zamanınız olduğunu göstereceği iddia ediliyor. Dikkatli yemek, tüm dikkat formları gibi benlikle bağlantı kurmakla ilgilidir. Yani bir bakıma düzenli olarak oruç tuttuğunuzda net hedefler belirlemek ve daha bilinçli, verimli bir yaşama doğru ilerlemek için zaman ayırıyorsunuz. 

Ramazan'da tutulan oruç ile aralıklı oruç alışkanlığının farkı nedir?;

Ramazanda oruç tutarken sıvı alımını kısıtlıyoruz. Aralıklı oruçta böyle bir durum söz konusu değil. Bu yüzden uzmanlar iftardan sahura kadar olan zaman diliminde bol su tüketmenin önemini sık sık belirtiyorlar. 

Aralıklı oruçta, ramazanda tuttuğumuz oruca göre daha fazla aç kalıyoruz. Tabi aralıklı orucun türleri var. Siz deneyerek kendinize en uygun olan programı uygulayabilirsiniz. Sağlık açısından oruç tutmanıza engel teşkil edecek bir probleminiz yoksa daha az aç kalarak başlayabilirsiniz. Aralıklı oruç maksimum 36 saat yapılabiliyor. 

Ben size bu yazımda aralıklı oruç türlerinden bahsetmeyeceğim çünkü hem bu konuda uzman değilim hem ben de henüz uygulamaya başlamadım. Ramazandan sonra başlayıp kendi sonuçlarımı yeni bir yazı ile paylaşacağım. Benimle bu yolculuğa başlamak isteyenler instagramımdan (@karaliva) DM yoluyla iletişime geçebilirler. İnteraktif bir şekilde bu yolculuğu deneyimleyelim ne dersiniz? :)

Sevgileeeer! Sağlıklı kalın!





Kontrolü Elimize Alıyoruz! Beynin Çalışma Sistemi...

İnsanın kendini arayışı 450 milyon yıl öncesine dayanan bir konu. Var olduğumuzdan beri merak ediyoruz. Kimiz, neyiz? Nasıl çalışıyor beynimiz? Neden yıllardır eğitim sistemimizde bunu öğretmediler diye yakınıp duruyorum. Öğrendiğim günden beri her gün ayrı şok yaşayarak bendeki değişimi gözlemliyorum. Ne kadar anahtar bir bilgiymiş aslında. Tabi bu konuda uzman olmadığımı sadece sizlere yararlı olacağını düşündüğüm ve kendi hayatımda bilmenin faydasını gördüğüm kadarını anlatacağımı belirtmek isterim. Umarım açıklayıcı bir şekilde aktarabilirim :)

Beynimiz!!



Görselden de anlayacağınız üzere beynizimin üç ana sistemi var.
  • Sürüngen beyin
  • Duygusal beyin (limbik)
  • Görsel beyin (neokorteks)

Sürüngen beyinbeynimizdeki en eski sistemdir. 
Size yeme, nefes alma, riski bertaraf etme, üreme konularında baskı yaparak adeta kendi varlığını sürdürmeye çalışır. Oldukça da aptal ve eski usul çalışarak yapar bunu ama korkmayın. Onu kontrol altına aldığınız noktada hayatınızın da kontrolünü elinize almış olacaksınız. Sürüngen sistem otonom bir sistemdir. Alışkanlıklarımızı da bu sistem yönetir. Mesela araba kullanırken aynı anda konuşabilirsiniz. Siz konuşurken bilişsel yani neokorteks çalışırken arabayı sürüngen beyin kullanır. Yaaaa! :)

Seksör diye bir meslek var belki bileniniz vardır. Hayır öyle zannettiğiniz gibi bir iş değil arkadaşlar fesat olmayın. Seksörler tavuk çiftliklerinde civcivleri cinsiyetlerine ayırır. Yüklü miktarlarda da maaşları vardır. Normalde civcivleri cinsiyetlerine ayırmak zor bir iştir. Sektörde bu işi saniyede bir civciv cinsiyetini anlamak maharettir. İşte bu işi bu insanlara yaptıran sistem sürüngen beyindir. Otonom bir şekilde adeta makina gibi ayırmayı öğrenmişlerdir. 



Piyano çalmayı veya tenis oynamayı öğrenmeye çalışıyorsunuz diyelim. Zaman geçtikçe ve alıştırma yaptıkça sürüngen beyninizi eğitiyorsunuz. Parmaklarınızın veya kollarınızın otomatik karar vermeye geldiği noktada sürüngen sistem konuyu almış demektir. Dedim ya aslında aptal bir sistem, siz öğrenmeye çalıştıkça zorlanıyor ve tembellik yapmak için sizin öğrenme isteğinizi kamçılıyor. Size resmen;
-Hadi eve gidelim.
-Bugün dersi ekelim. 
diye diyee kendi konfor alanında kalmanızı sağlıyor. ÇAKAL :)

Duygusal beyin, duygularınızın kontrolünü hormon basarak sağlıyor. Sürüngen beyinle oldukça iyi anlaşıyor. Şöyle açıklayayım; Sürüngen sistem çok eski bir sistem demiştim o yüzden 150 milyon öncesine gidelim. Karşınıza bir kaplan çıktı ve doğada kendinizi savunmanız için gerekli fazla alet edevat yok. Sadece siz ve kaplansınız. Kaplanı gördüğünüz anda stres seviyeniz yükselir ve sürüngen sistem panikler, duygusal beyine kortizol salgılatır. Kortizola stres hormonu diyebiliriz. Dolayısıyla sürüngen sistemi hackleyebilirsek duygularımızı da kontrol altına alabiliriz. Ne dersiniz? :)

Görsel beyin, neo korteks veya bilişsel korteks olarak da bilinir. Beynimizdeki en yeni sistemdir. Bizi diğer canlılardan ayıran da bu sistemdir. Hatta ilgili olanlar bilirler; evrim teorisinde diğer insan ırklarından ayrılmamızı sağlayan ve kurgulayabilmemiz sayesinde koloniler halinde yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan sistem olduğu söylenmektedir. Mesela bir maymuna cennetten bahsetseniz anlamaz çünkü kurgulayamaz ve hayal kuramaz. Muhakeme kabiliyetimizi sağlayan da bu sistemdir. Yani plan, strateji, entrika, matematik ne varsa burada... Bilincimiz de burada depolanır.
Bilinç iki düzeyden oluşur.
1) Yüksek Bilinç
2) Çekirdek Bilinç
Yüksek bilinç bizim geçmişte kendimiz ve çevremizle ilgili hatta geleceğimizle ilgili kurduğumuz planlar, hedefleri saklayan bir depo gibidir.
Çekirdek bilinç ise yoga yapanlar bilirler, anda kalır. Yani yüksek bilinci durduğunuz an çekirdek bilinçtesinizdir.

  • Görsel beyin okuyarak, teorik bilgilerle gelişir. Sürüngen beyin ise uygulama ve alıştırma ile gelişir. Yani teori bilince, alıştırma ve uygulama sürüngen beyne yüklenir.

Asıl zurnanın zırt dediği yere gelelim. Bu bilgiler bize neden lazım? ;

  • Bu gerizekalı, hayatımızı sürekli konfor alanında tutmaya çalışan sürüngen beyni bir kaniş olarak düşünelim. O orda öyle arkada biryerlerde takılıyor habire yemem lazım, gezmem lazım, eğlenmem lazım, sevişmem lazım, yatmam lazım diye. Köpeği olanlar bilirler. Otur dediğinde oturur, yat dediğinde yatar. Çünkü beyninin çalışma sistemi budur. Ama oturmayı da kalkmayı da uygulamalar sayesinde öğrenir. Sen ne dersen yapmaya başlar. Düzenli uygulamaları tekrar etmediğinde ise komutları unutmaya başlar. 
Evet arkadaşlar beynimizin içinde bir kaniş yaşıyor :)) Siz ona EMİR verirseniz kontrolü elinize alırsınız. 


  • Hepimiz spor alışkanlığı edinirken aynı problemi yaşamışızdır. Spora gitmemiz gerektiğinin farkındayız çünkü görsel beyinde teorik olarak bu yüklü. Tam niyetlenmişken, "Sonra giderim." deyip gitmediğiniz oldu mu hiç? İşte beyninizdeki kaniş oturmak istiyor da ondan. Onunla pazarlığa girmeyin. Girerseniz kaybedersiniz. Spora mı gidicez? Kendi kendimize KALK dediğimiz an o emri alacak. Ya da gece uyuyorsunuz diyelim ama 3'te uyanıp halletmeniz gereken birşey var. YAP dediğiniz an o emri yerine getirecek alışkanlığı kazanacak kanişiniz.



  • Sebep yokken gülümseme mimiği yaparsanız, kaniş diyecek ki aaaa bu gülümsüyor demek ki var birşey diye sevinmeye başlayıp orta beyine mutluluk hormonu bastırıyor. Denemesi bedava ;)

  • Duygularınızı kontrol altına alırken, her kötü hissettiğinizi düşündüğünüz anda kendi kendinize, içinizden "İYİSİN!", "MÜTHİŞSİN!" gibi kelimeler kullanarak telkinde bulunabilirsiniz. Dikkatinizi çekerim sadece tek kelimelik telkinler öneriyorum.


  • Spor yaparken vücudunuz artık titremeye başladığı noktada kaniş başlıyorsa yalvarmaya; "Ne olur yeter oturalım. Yapamazsın zaten."  Ama siz kendinize "ÇELİKSİN!" "DEMİRSİN!" gibi telkinler verirseniz hareketi geliştirme kapasiteniz de artıyor. 
Unutmayın; Kendi hayatınızda kontrol kurarsanız, başkaları kontrolünüz altına girmeyi kendileri tercih eder.


Şimdilik bu konuda aktaracaklarım bu kadar. Diğer yazılarda tekrar bu konulara değineceğim için bu anlattıklarım önemli. Hormonlardan bahsedelim ne dersiniz?! Dikkatinizi kaybetmek ve çok yüklenmek istemiyorum. Sorularınızı, görüşlerinizi lütfen benimle paylaşın.
Sağlıklı kalın!!!